Deprem süresince ve sonrasında da aklımdan bu konu hiç çıkmadı: Ne oldu da ülkemizin insanları bu doğal afetin sonuçlarını bu kadar ağır yaşamamıza neden oldular? Demek istediğim şey şu: Evet çok büyük bir doğal afetti bu, ama bu kadar çok binanın yıkılmasının nedeni yanlış zeminlere, malzemeden çalınarak olmaması gereken şekilde yapılan binalar, ve bunlara kimsenin hesap sormamış hatta izin vermiş olması. Yani işini olması gerektiği gibi yapmayanlar sadece müteahhitler değil, o sürece dahil olmuş, buna imza atmış olan herkes. Ya da sonradan binanın kolonunu kesip salonunu genişletenler, buna ses çıkarmayanlar, kuralları delip geçenler, vb. Liste öyle uzun ki.
Peki bu kuralsızlık, kuralları delmeyi akıllılık sanıp, kurallara uyanları enayi yerine koyma, işini olması gerektiği gibi yapmama ve bunun hesabını vermek zorunda olmama, bulunduğu konumlara liyakatle değil torpille gelmiş olma insan hayatının hangi döneminde öğreniliyor? Elbette erişkin yaşamda da bulunulan toplumun değerlerine uyum sağlanabiliyor ama esas temeller çocuklar küçükken atılıyor. İlk yıllarda çocuğun ne yapıp ne yapamayacağını öğrenmesi için kullandığımız yöntemler belirliyor çocuğun “iç disiplin” mi “dış disiplin” mi geliştireceğini. Yani “böyle davranırsan seni döverim” denen ya da gerçekten fiziksel şiddet görerek zorlayıcı disiplin yöntemleriyle doğruyu yanlışı ayırt etmesi beklenen çocuklar aslında şunu öğreniyorlar. “Bunu yaparken yakalanırsam dayak yerim” ama bu davranışın neden yanlış olduğunu, neden yapılmaması gerektiğini içselleştirmediği için eğer ortamda cezalandıracak bir otorite yoksa bu yanlış davranışı yapmaması gerektiğini öğrenmiyor. Böyle olunca da, hele de denetim sisteminin bu kadar aksadığı bir ülkede, herkes yanlış olduğunu bile bile “nasıl olsa kimse cezalandırılmıyor, herkes yapıyor ben de yapayım “ diyerek yanlışa devam ediyor.
Burada önemli iki nokta var: Birincisi, çocuklarımıza kurallar koyarken o kuralların nedeninin ve kurala uymazsa sonucun ne olacağını açıklamalıyız. Çocuklar nedenini anladıkları kurallara uyma konusunda işbirliğine açık olurlar. İkincisi de kurala uymadığında, gerçekten o sonucun yaşanacağını göstermeliyiz. Bunu ödül-ceza sistemi içinde değil, gerçekten o davranışın sonucunu yaşatarak yapmak önemli. İç disiplin ve davranışının sorumluluğunu alma, çocukta ancak böyle geliştirilebilir. Bizde genellikle çocuğa istediğimiz şeyi yaptırmak için ödül, hatta ödül bile değil, aslında rüşvet, ( “….yaparsan sana şeker veririm” ) ya da ceza ( “..yaparsan yarın parka götürmem” ) sistemi kullanılıyor. Oysa ki örneğin bir kural “arabada çocuk koltuğunda kemerin bağlı olarak oturmalısın, çünkü güvenliğin için bu önemli, böyle olmazsa yaralanabilirsin, bu yüzden kemerin bağlanmadan araba hareket etmeyecek” ise, çocuk çok istediği bir yere gideceğinizde kemer takmamak için diretirse “Biliyorsun kemer takılmadan araba hareket etmez, eğer kemerini takmayı reddedersen o istediğin yere gidemeyiz” demek davranışının sonucunu yaşatmaktır. Israr ettiği, ağladığı ya da sevimlilik ederek sizi ikna ettiği için kemerini takmamasına izin verip o yere götürdüğünüzde ise artık çocuğunuz şunu öğrenmiştir: “Kurallar bozulabilir, değiştirilebilir, uymak şart değildir”.
Bence ülkemizdeki en önemli sorunlardan biri bu: Kurallara uyulmuyor ve kimseye de kurala uymadığı için hesap sorulmuyor. O zaman insanlar da işini yapması gerektiği gibi yapmıyor, bunun sonucunda bir yaptırım da olmayınca bu durum normalleştiriliyor. Ta ki bir gün bina yıkılınca “bu binanın temelleri zayıfmış” gerçeği yüzümüze vurulana kadar… Umuyorum bu yaşananlardan almamız gereken bu dersi de alırız ve en değerli yapılarımız olan çocuklarımızın temellerini sağlam atabiliriz.
Prof. Dr. Figen Şahin Dağlı